Skip to content

Ne Yazayım Lan Bloga?

Ne yazayım lan bloga? Bu aralar bunu her gün en az bir kere düşünüyorum. Eskiden neredeyse her gün çatır çatır döktürürdüm… Ortaya çıkan yazıları da beğenirdim üstelik. Bu aralar, “bişiler yazmalı” diye düşünmeme, kendimi zorlamama, gazetelerde üzerinde ahkam kesecek konular arayıp araştırmama rağmen pek bir şey yazamıyorum. Zaten yazdıklarım da beni tatmin etmiyor. Bir önceki yazımı heç beğenmedim mesela. Faşik miyim lan ben ki “Türksen Öğün Değilsen İtaat Et” falan demişim?*

Onu siktiret de, neden yazamıyorum lan ben? İçimden gelmiyor. Sanki bütün ilham perilerini sarhoş edip hepsine tek tek çatlattım, hatta bazılarını ilişki fotolarını internete çakmakla tehdit edip anal sekse zorladım da istediğimi aldım, ama ona rağmen internete çaktım fotolarını. Sanki benim yüzümden anal sükse yaptılar porno ortamlarda. Sanki ondan uğramıyorlar orospular. Neden uğramıyor orospular?

Bipolar mıyım neyim? Böyle bir geliyor arada, aylarca her tuttuğumu koparıyorum, dağları deviriyorum. Sonra birden benzin bitiyor bir noktada… Aylarca “kuruyorum”. Badtrip bi haller… Lan koskoca bir internet sitesini 2 haftada sıfırdan yazdım ben be… İçeriğiyle, ASP koduyla, tüm grafikleriyle, bütün SEO puştluklarıyla ve arkasındaki C# omurgasıyla. Omurgasını zina ettiğiminin sitesini kırk küsuruncu sayfalardan alıp 60 anahtar kelimenin 56sında birinci sayfaya taşıdım… O dönem altı kadar c sharp, üç dört ASP.NET ve iki adet de SEO kitabı okudum, bitirdim. Azme bak! Bütün bunları yaparken bir yandan da sosyal ve ailevi sorumluluklarımı hiç ihmal etmiyor ve az da olsa (işler yavaş olduğu için, yoksa tembellikten değil), evet az da olsa çeviri yapıyordum. Ailem vardı lan… Sosyal hayatım vardı. Hobim vardı lan, hobilerim vardı hatta. Fotoğraf çekiyordum, serbest dalışa, zıpkına gidiyordum. Şimdi fotoğraf makinesiyle kardeş olduk, aylardır elimi sürmüyorum. Dalış takımlarını terk eyledim, çok uzak bir yerlerde. Zaten el altında bile olsa, giyinip kuşanmaya üşenirim. Geçen sene değirmen taşı gibi tomrukları el baltasıyla yarardım, her gün 1 saat odun kırardım. Üstüne bir de bahçede çalışırdım. Bu sene gün geliyor doğalgaz sobasının düğmesine basmaya üşeniyorum, akşamları kendimi evime zor atıyorum. Hooop, akşam yemeğini al, film koy, geç karşısına seyret… Göbeği saldım. Sigarayı bırakmayı bıraktım. Tekrar fosur fosur içmeye başladım. Allah benim belamı vermiş. Bu beni öbür benim elime bi verecekler var ya, 3 ayda eritirim o göbeği. Sigarayı bıraktırır, teçhizatlı koştururum her gün 5 kilometre minimum. Adada ev tutarım bu bana, her sabah borazanla uyandırırım bu beni, ite kaka sahile koşturur, sabahın ilk ışıklarında buz gibi sulara sokarım: “yüzerek açıl pezevenk, tekne neyine. Patates gibisin”.

Gel gör ki götümü kaldıracak mecalim yok. Elbet bu depresif ruh hali, baharla birlikte yerini manik episoda bırakacak. O zaman siktim belamı, hiç şansım yok.

(*) Ama düşününce hafif seyreden, arada nöbetler halinde nükseden inceden bir bozkurtluk da var herhalde. Hatta korkarım, yok korkmam, niye korkayım, düpedüz bir nazilik bile söz konusu. Boş zamanlarımda Mussolini’ye atkı örerim ben. Sabahları erken kalkar, cami avlularını gezer, bırakılmış çocuk varsa onları alıp en yakın Ülkü Ocağının kapısına koyarım ki Dedem Korkut hikayeleriyle ve arap isimleri yerine Kurtay, Kaman, İlbars, Savtekin, ya da Alpertunga gibi Türk isimleri ile süt yerine kımız içerek büyüsünler. Her yıl ölüm yıldönümünde Alpaslan Türkeş’e mevlit okuturum. Her pazar sabahı Doğu Turan saatiyle 11:42’de Başbuğ Nihal Atsız’ın mezarını ziyaret eder hüngür hüngür ağlarım. Her yatsı namazından sonra ellerimi semaya kaldırıp Cenabı Allah’tan Hitlerin iyi halini, siyonizmle mücadeledeki üstün performansını ve İslam dünyasına yapmış olduğu üstün hizmetleri dikkate alarak, Hitler’in kafirliğini affetmesini, onu cennette Hz. Peygambere komşu etmesini niyaz eylerim. Walla…