Skip to content

Bilgi İşlem Şefi Kaan için Olağan Bir İş Günü

Yedekleme prosedürünü device\null’a linkledim. Backup’lar daha hızlı alınır oldu. Bayılıyorum pratik zekama canım… Kullanıcılardan biri arar:

“Sistem neden bu kadar yavaş Kaan yaa?”

“Walla herhaldeee…”

excel dosyası içerisindeki mazeretlerden güne uygun olanı seçilir:

“.. işlemcinin clock speed’indendir”…

“Hadii” (clock speed’in ne olduğunu bilmeyen kullanıcı, ikna olmuştur) “E, ne zaman düzelecek peki?”

“Düzelmez. Bu sunucuya bağlı 275 kullanıcı var, birisi sensin. Bu kadar bencil olma istersen. Kapat oturumu, başkalarına da şans ver biraz!”

“Ama müşterim bekliyor benim yaaa. Tek istediğim bir sayfa çıktı almak ki zaten…”

“KESİN ÖYLEDİR. Neyse, şu an yapabileceğim bişi yok!”,

telefonu kapattım… İnsanların aramaktan vazgeçeceklerini sanıyorsanız yanılıyorsunuz… Telefon tekrar çalar. Kesin o arıyordur tekrar. Bayarsın ama. Sesimi değiştirip, kalın bir tonlamayla:

“ÖZLÜK İŞLERİ! Buyrun” “Aaa, pardon yanlış oldu” “ÖYLE Mİ? Adınız nedir sizin, hangi departman pardon? Bu telefon görüşmeleri bize zaman kaybettiriyor, bilmiyor musunuz? BİLMİYOR MUSUNUZ? Ben çok hızlı ÇIKARMA yapabilirim. Örneğin bu telefon görüşmesinin maliyetini, size ve bana kaybettirdiği zamanın YTL karşılığının toplamını çabucak sizin maaşınızdan çıkarabilirim… Ya da sizi İŞTEN ÇIKARABİLİRİM… HATTA ÇIKARIYORUM NETEKİM! İşim bittiğinde, işinizden ve maaşınızdan geriye hiçbişi kalmayacak! ADINIZ NEDİR SİZİN? – Yalan söylemeye de yeltenmeyin, ARAYAN KİMLİĞİNİ GÖREBİLİYORUZ BURDA!!”

Haha, telefonun kapandığını, hemen ardından koşarak uzaklaşan ayak seslerini duyuyorum aşağıdan. Herhalde müdirenin odasına koşuyor ki “ben o sırada müdire hanımlaydım, arayan ben olamam” diyecek… Kullanıcı adından departmanını buluyorum ve derhal Müdür yardımcısını arıyorum.

“Alo?” “Tuğçe, güzelim ben Kaan. Bana bak, hadeee, eee, yapma, neyse dinle beni, BİRAZDAN KOŞARAK OFİSE GİRECEK LAVUĞA Bİ MESAJ İLETEBİLİR MİSİN?”

“Oluur…”

“DE Kİ: NEREYE KADAR KAÇACAKSIN? DEDİLER DE”

“E tamaam”

“BENDEN BAHSETME VE SAKIN UNUTMA… Bilgisayarındaki resimleri intranete çakmamı istemiyorsan tabi…”

Klavye tıkırtılarını duyuyorum telefonda…

“ALOOO SİLMEYE ÇALIŞMA. KOPYALARI VAR BENDE ZATEN. SADECE DEDİĞİMİ YAP VE MESAJI İLET..”

Ta ta tamam… diyor. Kapatıyorum telefonu.

İşin komiği, fotoğraf mevzusunu götümden uydurdum ha. Yine de tereddüdünden istifade edip bir kopya almayı başardım. İleride işime yarayabilir. Bu arada yedekleme de tamamlanmış. Toplaaam, iki nokta üç saniyede. Modern teknolojinin gözünü sevim ya. Başka bir kullanıcı arar.

“Daha fazla alana ihtiyacım var”;

“Konya’ya taşın”, demişim.

“Yok artık. Kullanıcı hesabım için diyorum, disk kotası, mal”

Mal? Bana? Ahhaaa.. “Pardon,” diyorum, gayet kibarca, “anlamadım. Ne dedin son olarak?” Tırstı, biliyorum, ama çok geç. Bittin olm sen, sen de çok iyi biliyorsun.

“Eee, dedim ki, kullanıcı hesabım için daha fazla disk alanına ihtiyacım var *LÜTFEN*, dedim”.

“Tamam, peki, bekle bi dakka”

Ahizeyi avucuyla örttüğü halde duyabiliyorum derin bir oh çektiğini.

“Artııık, *fazlasıyla* boş alana sahipsin!”

“Süpersin. Ne kadar?” diye sormaz mı? Yani sadece boş alan istemekle kalmıyor, bir de teyit etmek istiyor herif. Demek az vermiş olsam düzettireceksin? Kafanda o var yani. Tekrar munis bir sesle:

“400 Mb boş alanın var.”

“Oley! Toplam sekiz yüz! Sağol walla yaa” diyor, pazarlığın sonucundan memnun.

“Yok yok” diye kesiyorum. “Toplam 400 Mb”

“Hö? Nnn…nnn…nnnassı yaaa?”

Cevap vermiyorum, idrak etmesini bekliyorum keyifle: “aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaasssssssssssssiiiiikkkkkkhhhhh.…”