Skip to content

Hoş Geldin Emine Ülker Tarhan!

Ekmel bey’i aday göstermeleriyle kendini belli eden eksen kaymasının ayırdına vardığım gün “bundan böyle chp’ye oy yok” demiştim. Vermedim de nitekim. Vermedik. Taşak geçtiler bizimle. Elin kör popçusu, Edo Dönemi Japon resimlerinden fırlamış ceberrut sıfatıyla “ar yu disko” falan diye tivit attı, yine siklemedik. Haddini bilmezliğine verdik. Vatan lan bu! Boru mu? Öyle cemaatin adres göstermesiyle cumhurbaşkanı seçmek yakışır mı benim mensubu olduğuma gönülden inandığım “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesle”? Benim gibi kafası çalışan on küsur milyon seçmen boykot ettik seçimi. Bize “tıpış tıpış gideceksin benim gösterdiğim adaya oy vereceksin” diyen haddini bilmezlere “tıpış tıpış kurultaya gideceksin” dedik (o kadarını diyebildik; şartlar öyle gelişti). Kurultayın önünü açtık. Açtık ne oldu? Gördük ki ihaneti yapan genel başkandan ibaret değil. Sorunun kökü daha derinde. Kurultayda babayı aldık ama gene de fikrimiz hür, irfanımız hür, vicdanımız hür!

Halkın diline yerleşmiş bir “Türkiye’de oy dağılımı belli aga. Hangi zihniyetin ne kadar oyu olduğu belli” geyiği var –bu geyiği yapanlar üç dakika sonra “ne yazdın dördüncü ayaaaa” da diyecektir, takılın orada 3 dakika, görün… Fakir bir muhitin kıraathanesinde duyabileceğiniz ucuz kahve sohbetlerinin seviyesinin üzerine çıkamayan bu argümanı temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önünüze koyan insanlar size diyorlar ki “E oy dağılımı belli. Sen iktidar olmak istiyorsan, bu bu kesimleri de ikna edeceksin, kucaklayacaksın, oy çalacaksın ki iktidar olabilesin”. Bu şekilde, chp’nin yaşamakta olduğu eksen kaymasını da, kendi omurgasızlıklarını da mantığa bürümüş oluyorlar. Kimse de demiyor ki: “gerçekler bellidir. bilim uzlaşmaz. bir şey ya doğrudur, ya yanlıştır”. CHP, daha doğrusu düzeltiyorum, benim oy vereceğim parti, öyle orospu karı gibi bir parti olmasın arkadaşım. Parayı bastıranın dansöz gibi oynatacağı, daha da parası/gücü olanın içinde gezdirebileceği hercai, şerefsiz, haysiyetsiz, ne idüğü belirsiz bir parti istemiyorum (o tür bir adalet veya ülke veya devlet de istemiyorum). Benim doğrularım açık ve net! İnsanlığın kolektif zekasının (yani bilimin) doğrularıyla hareket eden bir parti arzuluyorum. Ben eğitimli bir adamım. Ben içtiğim kahvenin türünden, tükettiğim meyve/sebze/protein/karbonhidrat miktarına, türüne, yaptığım sporun sıklığına, türüne, yaptığım seksin sıklığına, süresine, öhm türüne,,, okuduğum kitaba, kırk yılda bir seyrettiğim televizyon programına, bilgisayarımda kullandığım tek tek her programa, telefonumun işletim sistemine, yaşadığım ülkeye, kullandığım araca, toplu taşıma vasıtasına (uzar bu) varana dek, hayatımın tüm o ufak detayları için kafa yoran ve o detaylarla ilgili kararları “bilimsel verilere” ve “bilimsel metodoloji”’ye dayandıran bir insanım –zira o detaylar birleşip bütünleşik ve mükemmel –veya mükemmele olabildiğince, benim mevcut imkanlarla yaklaşabildiğimce yakın- bir hayat tarzı meydana getiriyor. Ben… Günde iki fincan içtiğim kahvenin türüne karar vermek için bile kapsamlı okuma yapan ben… Yaşadığı şehirde her daim taze balık bulunmuyor, bulunanları da cıva tehdidi sunuyor diye evinin bir köşesinde yarım tonluk su deposunda kendi organik balığını yetiştiren ben… Özet geçmek gerekirse, karşılaştığı her sorunda kaderine razı olmak yerine kafa yoran, çözüm üreten ve hayatını mükemmelleştirmeye çalışan bu ben, iffetini korumanın çarşaflara bürünmekten, kendini sarıp sarmalamaktan, erkekten bir kelime eksik konuşmaktan, kendini sosyal ve siyasi hayattan soyutlayıp, akvaryumda yaşamak dışında bir yolunu akıl etmeyi becerememiş insanlarla aynı partiye neden oy vereyim? O insanlara hitap eden şuursuz, hayasız, şerefsiz, vizyonsuz, misyonsuz bir partinin ve o şuursuz, hayasız, şerefsiz, vizyonsuz, misyonsuz partinin başındaki şuursuz, hayasız, şerefsiz, vizyonsuz, misyonsuz siyasetçilerin benim mükemmel olması için götümü yırttığım hayatıma ne gibi bir katkısı olabilir? Bırakın bu ucuz matematik hesaplarını. Okuyun, araştırın, düşünün, ölçün, biçin ve kafanızda kendiniz ve sevdikleriniz (bakmakla yükümlü olduğunuz/olacağınız) insanlar için ideal, yani mükemmel bir hayat kurgulayın. Ondan sonra o mükemmel yaşam biçimine hangi parti uyuyorsa gidin oyunuzu o partiye verin. Eğer öyle bir parti yoksa da oy vermeyin. Gidin kendi partinizi kurun. Veya en yakın zihniyetteki partiye üye olun, içeriden ince rötuş çabasına girin. Ama zıt kutuplarla uzlaşmayın! Müfredatında evrim olan (olması zorunlu) bir biyoloji dersiyle zorunlu din dersini uzlaştıramazsınız! Dini inancına (veya inançsızlığına) bakılmaksızın her vatandaşına eşit mesafede olacak laik bir devletle diyanet işlerini ve iki lafından biri “eaallaahü tealaeaa” olan siyasetçileri uzlaştıramazsınız! Yaşam uzlaşı değildir. Esaretin azı çoğu yoktur. “Şunda şunda özgürüm ama işte iktidar partisi şunu şunu yapmama izin vermiyor. Eh o da keyfe keder” şeklinde yaşanılacak hayatın ben taa amına koim. İstemiyorum ben öyle özgürlük.

İşte bu “dediğim dedik, çaldığım düdük, ben hayatı yemişim, yutmuşum, bütün çıkartmışım, o bütün çıkarttığımla bile koca bir medeniyet kurulur” tarzım ve -kabul ediyorum ki bir takım yol yordam bilmezlere itici gelebilecek- bir özgüveni de kaçınılmaz olarak beraberinde getiren bu yaklaşımım beni Emine Ülker Tarhan’a götürüyor.

Emine hanım ben ve benim gibileri bundan böyle de sandığı protesto etmek zorunluluğundan kurtardı. Gider bir partiye katılır veya kendine parti kurar, her ne yaparsa kendi bilir, en iyisini yapar. Yazıldığı adres bu fakirin oyunun da adresidir (ta ki kendisi saçma sapan bir iş yapana veya saçma sapan bir söylemde bulunana kadar –ki bu şu ana kadar vuku bulmadı, bundan sonra da bulmayacağını ümit ediyorum). Çünkü özünde Emine Ülker Tarhan benim bu ülkenin başında görmek istediğim bir siyasetçi. Eğitimli, kültürlü, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün (ki kendisi atam olur, babam olur) “hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” şiarına gönülden inanmış bir pozitif bilim insanı. Bana da kendisine sonuna kadar (elbette saçmalamadığı müddetçe sonuna kadar) destek olmak yakışır. Zira ata’mın dediği gibi “biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz”