Skip to content

Ukranya Uçağı Nerden Kalkıyor?

Dün gece bagajımı toplamaya başlamıştım zaten. Sonra Kaan arayınca yarım bırakıp dışarı çıkmış, geç dönmüş, vurup kafayı yatmıştım. Sabah 6 gibi uyandım, bagajımı tamamladım. Aslında yıkanacak bulaşıklarım vardı ama vakit yoktu. Öylece bıraktım, dönünce kokmuşlarıyla uğraşacağım mecburen. Yediye on kala çıktım evden. Bagajı ara yollardan caddeye kadar sürüklemek zorunda kalmayayım diye dün Üsküdar’dan bir taksiyle anlaşmıştım. Adam saatinde geldi, Üsküdar iskelesinden birer çay aldık, havaalanı yoluna koyulduk. Yedi buçuk gibi havaalanındaydım. Bagajımı yüklenip giriş kuyruğuna katıldım. Üzerimdeki metallerden arınıp detektörden geçtim. Detektör bipini çıkarmadı. Tanırlar beni buralarda…

Az önce arındığım metalleri tekrar yerlerine yerleştirme çabasındayken acı acı öten detektör sesiyle kafamı sağıma, girişe doğru çevirdim. Bir de ne göreyim, enter Recep İvedik…

Buğday rengi ve yusyuvarlak bir yüz. 2 haftalık pis sakal. Esmer, 1.70 boylarında en az 90 kilo. Ayakta neredeyse rugan kadar parlak siyah kunduralar, içinde illa ki beyaz çorap, üstte siyah bir takım, içinde beyaz bir gömlek, beyaz gömleğin içinde siyah bir fanila, fanilanın üzerinden fışkıran kıllar, kılların içerisine güvenle konuşlanmış serçe parmağım kalınlığında altın bir zincir, kolunda nal gibi bir Bulgari saat, ki çakma olması kuvvetle muhtemel, elde, altını çiziyorum cepte değil, elde, metal kasalı bir Nokia cep telefonu, yanıyor, pırıl pırıl.

Bu kadar metal bolluğuna haliyle detektör isyan etti. Metalleri bırakıp tekrar geçmesini söylediler. Bu üzerinden birkaç metal aksam bırakıp tekrar geçti. Detektör tekrar yırttı ortalığı. Adamımız bu sefer altın zinciri ve kemerini de bıraktı, tekrar denedi. Yine olmadı. El detektörüyle tekrar aradılar bunu, sonra “buyurun” diyerek yol verdiler içeri. Tüm bunlar olurken ben biraz önce ortaya saçtığım eşyalarımı toparlamış, laptop’umu tekrar çantasına yerleştirmiş ve kemerimi takmıştım. Tam ben gidecekken o, güvenliğe “bu Ukranya uçağı ne taraftan kalkıyor kardaş” diye sorunca döndüm, “sen takıl bana, ben de o tarafa gidiyorum” dedim.

Yurtdışı çıkış harcını yatırdık. Bu, “üzerimde türk lirası kalmasın, dolar alayım abi” dediği için buna döviz bürosu baktık, sonra içerden alırız diye karar verdim. Polis kontrolünün kuyruğuna yazıldık ikimiz birlikte. Bir yandan da sohbet ediyoruz.

İsmi Ahmet, 24 yaşında, İzmit’liymiş ama aslen Karslı’ymış. Kiev’de bir arkadaşı varmış, onun yanına gidiyormuş. İlk defa yurt dışına çıkıyormuş, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilermiş. Giriş sırasındaki gestapo kontrolünden dem vurup “utanmasalar ayakkabılara kadar çıkarttıracaklar” dedi. Biraz sonra ayakkabıları da çıkarttıracaklarını söyledim, gülümseyerek “hadi ya” dedi ama inanmadı sanırım.

Polis kontrolünden sonra dolar aldık buna. Kapılara doğru yürürken biraz daha geyik yaptık. Adamın gerçek olduğuna inanamıyordum. Yani, bu tip insanlar kahvelerde, minibüs duraklarında, arka mahallelerde, şehirlerarası yollarda kamyon direksiyonunda falan yaşar. Bunca yıldır seyahat ederim, böyle bir tipin uluslararası yolculuğa çıktığına ilk kez denk geliyorum. O yüzden herifin inanılmaz tespitlerini dinlemek benim için yeni bir deneyim ve haliyle de çok eğlenceli.

Ne iş yaptığını sordum, otobüsçüyüm dedi. Şoför mü yoksa otobüs firması mı var, yoksa yoksa otobüs mü imal ediyor merak etim ama sormadım. Zaten kısa bi duraklamadan sonra kendi açıkladı, servis çekiyorlarmış. Yazları da Ayvalık taraflarına tur yaptığı oluyormuş Kandıra’dan. “Köylü teyzeler taşıyoruz” diyor, “ama köylü deyip geçme çok kafa teyzeler bunlar. Cem yılmaz seyrettiriyorum bunlara, küfürleri tekrar ediyorlar” diye devam ediyor. Kiev’de inşaat firmasında çalışan bir arkadaşı varmış, Ergin isminde. Gelişini, biletiyle, vizesiyle Ergin ayarlamış bundan da karşılığında 550 dolar tahsil etmiş. Ayaküstü benim bilete kaç para verdiğimi vs. sorup Erginin bunu dolayıp dolamadığını kontrol etti, dolamadığı anlaşılınca da İstanbul’dan Ergin’e rakı götürmeye karar verdi tatlı su kurnazı. Rakısını aldık, kapının yanındaki kafe-bar’a gittik. “Abi bi su içelim ben yandım” diyerek bara yazıldı, iki su sipariş etti ki ben düzelttim: “bir su, bir bira”. Sonra buna bira içip içmeyeceğini sordum, “yok” dedi, “yani beni bozmaz. Ben her saat içerim de, susadım şimdi” diye de açıkladı. Bir su için ona bira parası sokmak olmaz. Haliyle ben ödedim. Bir su bir bira 17 lira yazınca Ahmet dellendi. Kasadaki adama “bu havaalanında kafesi, büfesi olanları elime bi verecekler var ya, dübürden takarım şerefsizim. Soyguncular” diye isyan etti. Haklısın da, ama benim bu birayı içmem şart Ahmedim be, sen ne stres atlattığımı bilmiyorsun tabi.

Ben birayı bitirene kadar bana Giresun’da askerlik yaptığını anlattı. Askerliği beş buçuk ay yapmış, arıza çıkartmış, “madde kullanıyorum, psikopatım, bana bulaşmayın” demiş, sonra da psikopat olduğunu ispat etmiş anladığım kadarıyla, erken göndermişler bunu. Kolunda iki yüz küsur dikiş olduğunu söyleyerek kolunu açıp gösterdi. Gerçekten de içten dıştan yüzlerce dikişle toparlandığı belli olan, ön kolunun ortasından pazusuna kadar uzanan kocaman çarpı şeklinde bir kesik var kolunda. Kafası güzelken birine tokat atmaya kalkmış, herifi zıtıp arkasındaki camekandan sokmuş kolunu. Kol tam girmemiş belli ki, ciddi bir takılma olmuş bir yerlere… Sonra bir de kahve işletmekte olduğunu anlattı.

Bira bitince, saat yaklaşmakta olduğundan gidip bekleme salonuna giriş kuyruğuna girdik. Üç beş dakika sonra salona yolcu almaya başladılar. Kıdemli bir hostes, bizim sıranın pasaportlarını kontrol edecek kezban hostese “Rusları ve yabancıları sal gitsin, Türkleri kontrol edelim” dedi. Sıra bize geldiğinde kezban kız bizim pasaportları alıp içeri gitti, yanında o kaşar hostesle geri döndü. Hostes didik didik etti pasaportları, benim pasaporta gelince takıldı. Ben uyguladıkları çifte standarda kıl olmuş vaziyette ters ters bakarken, onun o kadar vizenin, oturma izninin, bilmem neyin arasında hangisinin Ukrayna vizesi olduğunu çözememesi, çözse bile 3 4 Ukrayna vizesinden hangisinin güncel hangilerinin tarihi geçmiş olduğunu anlayamaması normal zaten. Yardımcı olmak konusundaki teklifime atladı, vizeyi gösterdik, bizi azat etti.

Girişte İvedik Ahmeti 4 kere detektörden geçirdiler, hatta güvenmeyip ayakkabılarını da çıkarttırdılar.

[Devamı Burada]