Skip to content

Allah Yok, Din Yalan

Hiç ölüme şahit oldunuz mu bilemiyorum. Olmadıysanız da olacaksınız. Ölüm hayatın gerçeği. Ben birkaç vesileyle şahit oldum. Net biliyorum: ölüm kesin bir şey ve eğer ki uykunuzda veya hastanede narkoz vs. etkisi altında ölecek kadar şanslı değilseniz, ki büyük çoğunluğumuz değiliz, çok acılı bir şey. Yani ölümün kendisi acılı değil. Aslına bakarsanız, benim şahit olduğum birkaç ölümde, ölüme birkaç dakika kala kişinin ciddi şekilde rahatladığını, huzur bulduğunu gördüm. Bunun sebebi de can çekişme dediğimiz, ölümden önceki sürecin çok acılı olması. O süreç çok acılı olduğu için, ölümün çok yaklaştığına seviniyorsun. Hatta, ölüm gecikirse sinirleniyorsun. “Öldür beni. Beni boğ. Al bak şu yastığı, yüzüme bastır. Aylardır can çekişiyorum. Kimse soruşturmaz zaten. Çok canım yanıyor. Birkaç dakika bile dayanacak gücüm yok. Lütfen”… Benim bu ricayı, çok sevdiğim birinden bizzat duymuşluğum var… Ve maalesef, siz de, şimdiye kadar duymadıysanız, büyük ihtimalle, bir gün duyacaksınız. Muhtemelen çok sevdiğiniz birinden. Üzgünüm… Ama hayat (daha doğrusu ölüm) böyle bir şey. Yani ölüm (daha doğrusu ölümden önceki can çekişme -ki ölümlerin çoğu can çekişmeli olur, hık diye giden çok nadir) çoğacılı bir şey. Bu bir kenarda dursun. Gelelim ölümün kesinliğine.

Hani şu mezarlık girişlerindeki “her canlı ölümü tadacaktır” şeklindeki dahiyane tespit var ya. Bir gün cumhurbaşkanı olursam o yazıyı kaldırıp yerine “ölmüş eşek nallı olur, ölü götü ballı olur” atasözümüzü koyacağım. Oyunuzu bana verin. Hayır hırsıza veriyorsunuz. Bir kere de bana verin, ne var yani? Ben seçilirsem, yetim hakkı yemem (uzun tüyü bitmemiş yetimin hakkını yerdi, ben yemem). Ama realizmimle, pesimizmimle, nihilizmimle hayata küstürürüm. Ama çalmam. İnsan olan da çalmaz zaten. Çalmamalı.

Neyyyse… Ölüm… Size bir haberim var: hepimiz öleceğiz. Cidden. Hayır, herkes bunu bildiğini sanıyor ama kimse gerçekten idrak etmiş değil. Kimisi öldükten sonra krallar gibi yaşayacağına inanıyor. Evet, hala… 21inci yüzyılda, hala ahirete inanan var ya…

İnsanoğlu, ölümden sonrasının bilinmezliğinin beraberinde getirdiği korkunun önüne geçmek için götünden tanrılar uydurmuş. Ahiret uydurmuş. Öldükten sonra çok rahat edeceğine, bu dünyada sahip olamadığı her şeye öldükten sonra sahip olacağına inandırmış kendini.

<Yeşilçam Dublajıyla Okuyunuz>
- Annem nerede babacığım? 
- Annen melek oldu yavrum. Yukarıdan bizi seyrediyor.
<Dublaj Sonu>

Oldu canım… Ne oldu? Melek oldu. Ne diyorduk? İnsan götünden tanrılar uydurmuş, ahiret uydurmuş. Sonra aklı evvel kişiler gelmişler ve insanlar azmasın diye demişler ki: o iş öyle değil. Her ölen de krallar gibi yaşamıyor. Şerefsizlik yapanlar için de sonsuz işkence var. Cehennem. Daha bile sonra, daha bile aklı evvel kişiler gelip, bu fikri daha da geliştirmişler: kişi it kopuksa, hırsızsa, katilse, şerefsizse, müşrikse, şuysa, buysa, ya her neyse, cehennemde yanar. Temiz düzgün bir hayat sürerse cennette krallar gibi yaşar. Yeter ki, bakın burası çokomelli, kişi bu dünyadaki hayatında -şınav(*) dünyasında- zenginin malına mülküne dokunmasın; zenginin aşüfte, sarışın ve illaki beyaz tenli veya Slav karısına, sevgilisine yan gözle bakmasın; lideri bunu ölüme gönderdiğinde, itiraz etmeden gidip kılıca -veya günümüzde mermiye- kafa atsın. Düşman ilan ettiğimiz diğer kabilelerin malını mülkünü yağmaladığında, o yağmaladığı malların ciddi bir kısmını bize versin. Barış zamanında da vergi versin. Bak saray yapacağız para yok… Yani özetle, din giderek “cennet var ama biat edene var” şeklini almış.

(*) Bu arada, kuran indiğinde arapçada noktalama işareti yokmuş. O yüzden çoğu ayet yanlış. Örneğin bu dünya sınav dünyası değil, şınav dünyası. 200 şınav çekemeyen cennete giremeyecek. Kesin bilgidir. Yayın. Namazı bırakın, şınava başlayın. Çocuk da sikmeyin yaaa. Ayıp a.q. Türk’e yakışmıyor! İnsan olana yakışmıyor!

Konuya dönersek, her gelen bu şablon üzerinden, eski şartların üzerine yeni şartlar eklemiş ve dinler giderek evrilip bugünkü halini almış. İşte, kutsal olduğu iddia edilen kitapların, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün -ki kendisi atam olur, babam olur- deyimiyle, “gökten indiği zannedilen” kitapların kendileri üç beş yüz sayfa iken, bu kitaplara dayalı olarak yüz binlerce sayfa içtihat / ilmuhal / tefsir / torah / gospel / kıl / yün yayınlanması da bu yüzdendir. Her gelen, iktidarı ele geçirdiğinde, dini kendi bildiği şekilde değiştiriyor. Ama ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, din ne kadar evrilirse evrilsin, hayatın acı gerçekleri değişmiyor. Ölüm buz gibi! Ölüm de vaaaar!

Hani tavuğun kafasını kesersin de, durumun ciddiyetinin farkına varamaz amına kodumun hayvanı. Hani kaderinden koşarak kaçabileceğini sanır. Bir oraya, bir buraya koşturup durur. Ölmüştür ama farkında değildir ya… İşte sen ben de aynı o tavuk gibiyiz. Doğduğumuz gün öldük aslında. Sadece öldüğümüzün farkında değiliz. Sağa sola koşturuyoruz. Tavuğun can çekişmesi 2-3 dakikayken, bizim can çekişmemiz 70-80 sene sürüyor… Bir de utanmadan çocuk yapıyoruz. O çocuğun da günahına giriyoruz! Her doğum bir cinayet. Evladımızı, doğurduğumuz an öldürüyoruz esasında. Biz doğurmasak / doğurtmasak, o çocuk ölmeyecek. Ölümlerin ciddi bir kısmı da can çekişerek olduğuna göre… o yere göğe sığdıramadığımız evlatların acılar içinde ölümünden bizzat biz sorumluyuz. O anı görsek herhalde “sikim kırılaydı da bu çocuğu dünyaya getirip böyle acılar çekmesine sebep olmayaydım” derdik. “Amım yanaydı da doğurmayaydım” derdik. Miydik? Derdik. Galiba… Kesin derdik.

Bu konu kafama ilk takıldığında, “hassiktir, erdim galiba lan… bele… Jean Paul Sartre gibi… Emil Michel Cioran gibi… püfür püfür delirdim sanki” diye düşünmüştüm. Sonra bi ince araştırdım ki, bunu da benden çoook önce düşünen çıkmış zaten. Burada da orijinal olamadık. Neyse. Antinatalizm deniyormuş buna. Hatta, Buda bile düşünmüş. Bu da düşünmüş ve şöyle demiş: “Hayatın acılarından haberi olmayan insan çocuk sahibi olur. Bu nedenle, yaşlılık ve ölümün sebebi insanın kendisidir. Üremekle acıya ne denli katkıda bulunduğunu fark etseydi, çocuk yapmaktan imtina ederdi ve böylelikle yaşlılık ve ölümün önüne geçmiş olurdu” (*) -evet, wikipedia’daki çeviriyi beğenmeyip kendim çevirdim.

(*): Oblivious of the suffering to which life is subject, man begets children, and is thus the cause of old age and death. If he would only realize what suffering he would add to by his act, he would desist from the procreation of children; and so stop the operation of old age and death.

Velhasıl, giderayak verilebilecek iki mesaj arasında kararsızım: 1) ölmüş eşek nallı olur… şaka lan şaka. 1) kendi evlatlarımızın katiliyiz… ama çok düşünmek iyi değil, adam kafayı çiziverir. Çok düşünmek hoş değil, gıcık kapan çok olur. Ve 2) ölüm de vaaar. Ama ölümden sonrası yok. “Öldükten sonra seni şöyle yaşatacağım, böyle yaşatacağım, yok kevser şarabı var, kevser tozu var, ahirette çok sağlam torbacım var, emlakçı tanıyorum, peygambere komşu arazi satçam sana, kanka bir huriler var, fuhuşun kralını yapacağız, baş pezevenkle aram çok iyi, bilmem kaç tane huriyi jakuziye doldurup, dan bilzeryan gibi dan dan dan vur allah vur vs. vs.” diyerek sizi intihar bombacısı cihatçı yapmaya çalışan utanmaz imamlara ve size “bizim alnımız secdeye değiyor, götümüz tavana eriyor, bize oy vermeyen cennete giremez” diyerek oy devşirmeye çalışan şuursuz siyasetçilere ve size “o da günah, bu da günah, şu da günah, cehennemde cayır cayır yanarsın meazallaaah” dedikten sonra ateşe dayanıklı kefen veya sırat köprüsü geçiş garantili takunye satmaya çalışan cüppeli cüppesiz, ama her halükarda haysiyetsiz, şerefsiz din “adamlarına” aldanmayınız (adam da dediysem lafın gelişi)! Ölülerin siki kalkmaz. Ölüler şarap içemez, peygamberiyle komşuluk ilişkisi yaşayamaz. Ölüler krematoryum haricinde, yanmaz. Yansa da acı çekmez. Filvaki, ölüler canlı değildir. Adı üzerinde amına koim: ölü!

Din de özünde bir çiftlik bank dolandırıcılığıdır. Eğer ölülerin dava açabilme şansı olsaydı, yüz milyonlarca mağdur bugün gelmiş geçmiş tüm peygamberlerden, şeyhlerden, şıhlardan, hocalardan, diyanet işleri başkanlarından, imamlardan, papazlardan ve en önemlisi dini kendi kirli emellerine ve para hırslarına alet etmiş orul orul orospu çocuğu siyasetçilerden davacı olurdu. Din yalanı da büyük patlardı. Ama ölüler -ölü oldukları için- dava açamadıklarından, dinler birer çiftlik bank skandalı gibi patlamıyor. İnsanın öldükten sonra yaşayacağına inanabilmesi için çiftlik bank mağdurundan daha bile gerizekalı olması gerekir. Mal olmayın! Kendinizi kazıklatmayın!


– çok mu suya sabuna dokunmuşsun?
– suya sabuna sokiym!
– hayır mahkemeye vermesinler?
– o şikayeti ciddiye alacak mahkemeye de sokiym!

https://soundcloud.com/yetkilibirabla/benim-karadenizde-batacak