Türkiye’de Atatürkçülük, beyinsiz müslüman Atatürkçülerden çektiği kadar hiç kimseden çekmedi. Öncelikle, Kemalist ve Kemalizm değil, Atatürkçü ve Atatürkçülüktür doğrusu. Siz bugüne kadar herhangi bir ilk ismin veya göbek adının arkasına -izm eki getirildiğini duydunuz mu? Duymadınız. Çünkü getirilmez. Kemalizm örneğinde de getirilmemiştir esasında. Kemalizm, İngiliz istihbaratının kullandığı bir tabirdir. Milli Mücadele’nin ilk yıllarında Atatürk’ün adı “Mustafa Kemal” idi. İngilizler, Kemal’i Atatürk’ün soyadı gibi kabul ediyorlardı. O yüzden o dönemin gazete kupürlerinde falan “Kemal İngilizler’in içinde gezdirdi”, “Kemal Ermenilere soktu çıkardı”, “Kemal halifenin ağzına verdi” tarzı haber başlıkları görmeniz normaldi. Bu, İngiliz veya Kanada veya ABD basının Mustafa Kemal’e göbek adıyla hitap edecek denli hadsiz olmasından kaynaklanmıyor. Kemal’i soyadı olarak kabul ettikleri için, nasıl ki Winston Churchill’den bahsederken soyadıyla Churchill diyorlarsa, Atatürk’ten de Kemal diye bahsediyorlar. Yoksa anlı şanlı Mustafa Kemal Atatürk kimsenin babasının oğlu değil. Neyse… Özetle, kemalizm düşman jargonudur ve bugünün neo-osmanlıcıları tarafından kullanılıyor olması da gayet normaldir (ne o? Osmanlıcı). Çünkü neo-osmanlıcılar da, aynen Osmanlı ve Osmanlıcılar gibi, Türk düşmanıdır.
Çakma müslüman Atatürkçüler pek bahsetmedikleri, hatta tarihin o kısmını sansürledikleri için, yakın dönem Türk tarihinin eğitimini Türkiye’de almış insanların pek bilmediği bir tarafı vardır: Osmanlı – Türk Savaşı. Gazi Mustafa Kemal’in önderliğindeki biz Türkler ve halifenin önderliğindeki Osmanlı akıntıları(*), Birinci Dünya Savaşı’nın bittiği 1918 yılından Cumhuriyet’in resmen ilan edildiği 1923 yılına kadar, yaklaşık 5 sene boyunca savaşmıştır (*: akıntı derken böyle vajinal akıntı gibi, evet). Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İngiliz uşağı Osmanlıların “Kemalistler” dediği Atatürkçüler sadece İngiliz’e, Fransız’a, Ermeni’ye ve Yunan’a karşı değil, aynı zamanda Osmanlı’ya karşı da savaşmıştır. Osmanlı öyle sanıldığı gibi “e iyi o zaman, hadi bana müsaade. İlk İngiliz zırhlısı saat kaçtaydı? Haydi selamün aleyküüüüüm” diyerek siktir olup gitmemiştir. Osmanlı, saltanatını ve hilafetini koruyabilmek için baya baya savaşmış, çeşitli tarihlerde, çeşitli şehirleri ele geçirmiş, çeşitli şehirlere ajanlarını gönderip oralarda ayaklanmalar çıkartmış, Gazi Mustafa Kemal Atatürk için ölüm fermanı yayınlatmış, Atatürkçüleri köy meydanlarında asmış ve İngiliz uçaklarıyla köylere ve şehirlere bildirgeler atarak halkı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne karşı kışkırtmaya çalışmıştır. Bugünkü Bülent Arınç’ların, Recep Tayyip’lerin ataları da bu “şeriat isterük”çü, “islam elden gidiyür”cü ayaklanmalara -kuvvetle muhtemel- elebaşılığı yapmıştır. Misal, Recep Tayyip’in memleketi potamya / rize şeyh sait ayaklamasına destek vermeye yönelik şeriatçı ayaklanmaları nedeniyle Türk zırhlısı Hamidiye tarafından -ucundan acık- bombalanmıştır (“atma Hamidiye atma, vergi de verecuuk, şapka da giyecuuk, askere de gidecuuk. Atma Hamidiye atma“) (ucundan acık, çünkü Hamidiye öncelikle dağlara tepelere sıkmış, rize halkı titreyip kendine gelip limanda Hamidiye’ye secdeye yatınca, şehrin bombalanmasından vazgeçilmiş deniliyor). Bunlar bizlere yumuşatılarak anlatılmış, olayların tam bir iç savaş şeklinde geliştiğinden ve Türklerle Osmanlının birbirlerini kıtır kıtır kestiğinden ise, Milli Tarih ve İnkılap Tarihi derslerinde pek söz edilmemiştir. Bunlar bize anlatılmazken, neo-osmanlıcı conconlara ise bu olaylar “Yalan Söyleyen Tarih Utansın” benzeri yalan yanlış kitap dizileri ile ilk çocukluklarından itibaren akla ve izana ters bir takım abartılarla anlatılagelmiş, böylelikle cumhuriyet düşmanı arap götü yalayan embesiller yaratılmıştır. Bizler bunları ancak o dönemin İngiliz, ABD, Kanada, Fransız gazetelerinden; o gazetelerdeki “halifenin ordusu Bolu’yu ele geçirdi” veya “Kemal’in güçleri Bilecik’e girdi” veya “Kemal İzmit’i aldı” vs. şeklinde haber kupürlerinden öğrenebiliyoruz. Aynı dönem, H. C. Armstrong tarafından Gazi’yle ve Gazi’nin yakın çevresiyle yapılan röportajlara dayalı olarak yazılmış olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında yayınlanan -ve Atatürk tarafından okunan ve buna rağmen yalanlanmayan, yani Gazi’nin kabulünden geçmiş olduğunu bildiğimiz- Grey Wolf: Mustafa Kemal (Bozkurt Mustafa Kemal) kitabında da anlatılmaktadır. Osmanlıcı (Türk düşmanı, arap ajanı, şeriat isterükçü, din elden gidiyürcü kesim) ile Türkler savaşmıştır.
Ve bu savaş yeni de değildir. Aslına bakarsanız, bu savaş bin yıldır devam etmekteydi -ve 2021 itibarı ile de halen devam etmektedir. Bundan bin küsur sene önce, bu arap akıntısı orul orul orospu çocuğu emeviler, biliyorsunuz Talkan’da, Curcan’da biz Türkler’i kıtır kıtır kesmişlerdir. Dereler, nehirler haftalarca kıpkırmızı akmış, Türk kanından. Ortamlarda size “Türkler severek, isteyerek Müslüman oldu” diyorlar, siz de inanıyorsunuz. Ama el vicdan. Aklınız kesiyor mu? Yani koca bir millet, hem de anlı şanlı Türk milleti… daha entariyle gezen arabın tek tanrılı dini yokken, hatta arabın tokmakçısı yahudinin bile tek tanrılı dini yokken tek tanrıya Gök Tanrı’ya inanan Türk milleti durduk yerde din değiştirecek… Yok öyle bir dünya. Maalesef, emeviler bizi Talkan’da, Curcan’da kıtır kıtır kesti. Sağ kalanlar dönektir. Sadece dönekler sağ bırakıldı. Ölmemek için, evlatlarını ölümden kurtarmak için tek çareleri kelime-i şahadet getirmekti. Onlar da öyle yaptılar… Yani dönenlere kızamıyorsun da…
Aslına bakarsanız, Emeviler o katliamları kafalarına göre yapmamışlardı. Emeviler muhammedin adres göstermesiyle Türkler’i katlettiler. Çünkü muhammet özetle “kıyametten önce bu Türkler’in defterini mutlaka düreceğiz” der (Sahih-i Buhari, Cilt: 56, Hadis: 141) ve onu derken de bir dizi ırkçı betimlemeyi sıralar… Öyle olunca emeviler de peygamberlerinin verdiği akla uyup bize dalmış tabi. Hal bu. Ha, bu arada, yukarıda özetle ifade ettiğim ve aşağıda arapçasını paylaştığım bu hadisi bizim arap ajanı islamcılar “Moğollar” olarak çevirirler. Hatta, “istanbul’u alan padişah ne güzel padişahtır yaw” falan diye uydurma (arapların haberdar olmadığı) hadisler de atarlar ortaya -ki muhammet ve arap dini size şirin görünsün. İşte bunlar, arabın dinini Türkiye’de yaymak için kendi peygamberlerinin sözlerini bile çarpıtacak denli şirazesi kaymış takiyyeci kişilerdir.
Hani türkülerde falan duymuşsunuzdur “ben de buradan şaha giderim” diye… İşte o da bu konunun devamıdır. Şimdi Yavuz Sultan Selim denilen Osmanlı padişahına kadar dinin -islam dininin- halkın yaşantısında bir önemi yok. Halk vakti zamanında emeviler tarafından kırılmayalım diye islama geçmiş ama aslında kimsenin islamı siklediği yok. Aslında halk, kendi Gök Tanrı inancını sürdürüyor, sadece ortamlarda Tanrı veya Gök Tanrı demiyor da allah diyor (Tanrı’yı, Gök Tanrı’yı büyük harfle, allah’ı küçük harfle yazdım dikkat ederseniz – evet, özel isimler şayet benim için özel değillerse ilk harfi küçük yazılırlar). Sonra bu Yavuz Sultan Selim kalkıp mısıra sefere gidiyor. Bunu mısırda sikiyorlar mı ne yapıyorlarsa, bu ülkeye afedersin müslüman olarak dönüyor. Yalan konuşmuyorum! Selçuklu mezarlarında müslüman motif yoktur. Davut yıldızı vardır… Tengrici (Gök Tanrıcı) motifler vardır… Ama islami bir motif yoktur.
Peki Yavuz neden böyle bir politika izledi? İki sebebi olabilir. Bir: Yavuz maldır, çöl maymunun götünden uydurduğu dine inanmıştır (ki bu bence pek mümkün değil – Osmanlı sultanları cihan padişahı idi, eğitimli olurlardı; koca Osmanlı sultanı bu kadar salak olmamalı). İki: “lan olm bu din denilen dolap karlı bi dolap. Ben bunu bi tutturursam, bu milletin etinden sütünden çok daha güzel istifade ederim” diye düşünmüş olabilir. Bence iki. Aynı dolabı, 7 – 8 yüz sene sonra bugün uyguluyorlar, 7 – 8 yüz sene sonra bugün bile aynı dolap tıkır tıkır işliyor… O yüzden bence garanti iki.
İşte neo-osmanlıcıların bize Türk’tü diye yutturmaya çalıştığı Osmanlı’nın külliyatının arapça ve farsça olmasına mukabil, “iran şeysi” denilip hor görülen Şah İsmail’in külliyatının öz be öz Türkçe olması da bundandır. İşte bu yüzden Türkler / Türkmenler bundan bin sene evvel “o zaman ben de şaha giderim” diye türkü yakmışlardır. İşte neo-osmanlıcıların, arapçıların, tarikatçıların, ensarda kendini badeletenlerin Türk tasavvufunu (Mevlana’yı, Yunus Emre’yi, Taptuk Emre’yi, Hacı Bektaş-ı Veli-yi, uzar bu…) beğenmemesi, “tasavvuf şirktir” demesi de bundandır. Bir arap – Türk savaşı süregelmektedir; arabın vekili de işte bu osmanlıcı / neo-osmanlıcı piçlerdir.
Mustafa Kemal Atatürk bu konuda tavrını net bir şekilde koymuştur. Kendisi Türktür. Türkçüdür. Araplardan nefret eder. Afrika’da, Lübnan’da, arap cephelerinde bulunmuş, arapları yakından gözlemlemiştir ve onların ne denli şerefsiz olduklarını bizzat müşahede etmiştir. İslamdan “arabın dini” hatta “arapoğlunun yaveleri” (yani “arap oğlunun zırvaları”) olarak bahseder. Kazım Karabekir’e “evet Karabekir, kuranı Türkçe’ye çevirtiyorum ki halkım arapoğlunun yavelerini anadilinde okusun ve öğrensin” der. Mecliste, 1 Kasım 1937 tarihli konuşmasında, Cumhuriyet Halk Partisi’nin parti programını açıklarken yaptığı konuşmada aynen “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz” der (https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm). Verdiğim linkte görüleceği üzere, bu konuşma meclis tutanaklarına aynen böyle geçmiştir. Ayrıca, hala inanmak istemeyen için bugün itibarı ile Youtube’da görüntülü ve sesli kaydı mevcuttur.
“Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir; âdeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır”. – Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1927’de Grace Ellison tarafından yapılan röportajında söylenmiş ve Ellison’ın kitabında yayınlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk 1928’de bu kitabı okur ve içeriğine itiraz etmez).
Hal böyleyken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk öldükten (belki de öldürüldükten) sonra bu çakma müslüman, CHP’li, görünüşte Atatürkçü ama aslen mal kesim, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerinin halka ağır geleceği zannıyla, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerini törpüleme, Atatürk’ün genel olarak dinlere ve özelde de islam dinine olan gayet tabî nefretini sümen altı etme gafletine düşmüşlerdir. Bu beyinsizler -beyinsiz oldukları için- Atatürk’ün fikirlerini anlayamamış, öyle olunca da halka aktaramamış, hatta halka aktarmakta sakınca görmüşlerdir. Zaten pek de önemsememişlerdir zira Büyük Kulüp‘te konken oynayıp kafa çekmek daha tatlı gelmiştir. Komprador orospu çocukları.
Bir bedevinin bundan 1400 sene önce götünden uydurduğu dine inanabilecek kadar gerizekalı bir güruhun bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başına musallat olması da işte bu yüzdendir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin “Tayyip Efendiiiii iki ekmek bi şişe süt” diyerek bakkala göndersen ya sütü, ya ekmeği, ya da para üstünü unutabilecek kadar beyinsiz bir insan tarafından yönetiliyor olması da maalesef bu sebepledir.
Yani sorun Tayyip değildir. Sorun AKP değildir. Bugün, bu şuursuz, yalandan müslüman / çakma Atatürkçü güruhun Türkiye’yi getirdiği noktada, Türk insanının ortalama IQ’su 89. Goril hayvanının IQ’su 85. Bir dakika. Durumun vahametinin farkına varabildiğinizi sanmıyorum. Bugün Türkiye’de Celal Şengör gibi, Barbaros Şansal gibi, (D)İlber Ortaylı gibi, Özgür Demirtaş gibi, (her ne kadar yurtdışında yaşıyor olsalar da) Aziz Sancar, Özlem Türeci, Uğur Şahin gibi, yüz yirmi IQ üzeri insanlar da bulunmaktadır. Bu yüksek IQ’lu insanların, ortalama IQ’yu yukarı çekmelerine rağmen, Türkiye ortalamasının hala 89 olması, bugün Türkiye’de gorilden de daha salak insanlar bulunduğu anlamına gelmektedir… Vahim olan işte budur. Türk insanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği laik demokratik cumhuriyet rejimini dahi, (verdiği oylarla) kendisine padişah seçmek için kullanabilecek denli mal oğlu maldır. Sıkıntı budur.
Türk insanı bu kadar salak olduğu müddetçe, Tayyip gider, Şuayip gelir ama marabalık, kendi vatanında paryalık, arap uşaklığı aynen devam eder.